Kara Ölümün Vebası (3)
Her canlının bu dünyada kendine özgü bir yeri ve çoğu zaman insan belleğini aşan bir anlamı vardır. Ama peki ya akrepler? Akreplerin bu karanlık dünya sahnesindeki yeri nedir? Onlar, dünyanın felaketine neden olacak zehri taşıyan korkunun adı değil midir? Onlar hem görüntüleriyle hem de sebep olduklarıyla korkutucu değil midir? Korkutucudur, çünkü onlar karanlığın en derin, en unutulmuş diplerinde hiç beklenmedik şekilde ortaya çıkarlar. Öyle ki, karanlık, onların her yerine, her hücresine sirayet etmiş vaziyettedir. Zırh gibi kuşatılmış bedenlerinde ve kuyruklarının hemen ucunda bulunan iğrenç iğnelerinde ölüm haberi neşeyi mateme boğan veba misali etrafa yayılır.
Akrepler, ışığın gölgeyi delip geçtiği yerde bile karanlığa olan sadakatleri ile bilinir. Onlar sanki gölgeyi kullanarak iyilik ile kötülüğün arasına girmiş kara bir haber veya her hareketleriyle bu kara haberi sahibine ileten çıban başıdır. Onlar, sisin ardına saklanmış ölüm sözcüsü ya da zehre maruz kalanın musalla taşıdır. Onlar, karanlığa bulaşanların asla karşı koyamayacağı bir dehşeti taşır kuyruklarında. Bu dehşet, onların toplu olarak görüldüğü her yerde karşımızda çıkan antik lanetlerin vücut bulmuş halidir.
İnsanın uyurken rüyasında kıkırdağa benzeyen gece gibi siyah zırhlı bir gövdeyle karşılaşır. Bir kabus gibi karşısına dikilen bu zırh, cadı hikayelerinde anlatılan devleşmiş görüntülerin içerisinden fırlayan musibetten başka bir şey değildir. Ter içerisinde kabustan uyanmış o insan, gözünü açtığı anda; uzun bir kuyruğun ucunda kendisini tehdit eden sivri bir çengelle karşılaşacak ve ölümün kendisine ne kadar da yakın olduğu gerçeğini anlayacaktır. Karşısına çıkmış olan o kuyruk her hareket ettiğinde, insan hafızasının fay hatları kırılacak ve saklamaya çalıştığı korku bir çığlık gibi dağlardan ovalara doğru yankılanacaktır.
Akreplerin doğduğu yer karanlığın kucağıdır. Işıktan hiç nasiplenmemiş bu musibet, nuru çalınmış dünyanın bozgununu kıskaçları arasında taşır. Onlar, ölümün kör afeti, endişenin kulakları mühürleyen felaketidir. Örümcek ağının hemen başında tuzak kurmak için bekleyen ve kuzgunların bir sır gibi saklamaya çalıştığı çürümüş hikayeleri sahibine ulaştıran sadakat fedaileri bunların ta kendisidir.
Bir akrep, yaşamın ince çizgisinde yalnızca fiziksel bir tehdit değildir, aynı zamanda o; serpilmiş canlı ruhları bile zayıf çelimsiz bir hale sokabilecek terörün efendisidir. Her şey geçici, diyebilirsiniz, ama ya akrep görüntüsünün bıraktığı o kalıcı ölüm izi. İşte insanın nereye giderse gitsin kendisiyle her zaman alıp götürdüğü ve asla kurtulamadığı şey budur. Akreplerin birden bire belirdiği çatlaklar, terk edilmiş izbe evler ya da yaşam sesinin kısık olduğu çöller, tıpkı unutulmuş insan ruhunun kırık aynası gibidir. Ve akrep, ruhun bu kırık aynasından yansıyan sessizliği, umutsuzlukla haykıran bir tellal gibi tam orta yerinden vurarak çıkar ortaya.
Onlar çok yavaş ve sessiz ilerlerken, gerilim, damarlardan akan kanı soğuk buz haline getirir. Kaskatı kesilerek akrebin attığı her adıma odaklanan insan, ölüme biraz daha yaklaşır. Adeta kıskaçları arasında, çaresizce parçalanmayı bekleyen bir kuş oluverir. Onların şarkısında işittiğimiz şey şudur: Ölüm, kahkahalar atarak zaferini haykıracak.
Akrepler, karanlık bir çığ gibi büyüyerek zihinlerimizi işgal eder. Sonra zaferlerinin ayak izi duyulu tekrar. Ve onların zaferi, ıssız çölde rüzgarda savrulan kimsesiz ruhun can çekişmesidir. Bu yüzden onlardan uzak durmak bile ışığa kavuşmak için yeterli değildir. Çünkü bizim onlardan kaçtığımız kadar onlar iç alemimizi ele geçirip çığlığa boğarlar ve en sonunda kendi karanlığımızla bizi baş başa bırakırlar
Bir karabasan gibi tarihin her devrinde onların ayak izini bulabiliriz. Bazen bir lanet, bazen de karanlığın bekçisi olmuşlardır. Fakat şu kesin, onlar her zaman karanlık kapılardan geçmek isteyenin anahtarı olmuştur. Akrepler, dünyanın hiç bir şeyin kesin olmadığı o ara bölgesinde, yaşamın ve ölümün o dar eşiğinde bekçilik yapar. Gölgeler arasına gizlenen bu yaratıklar ölümün soğuk nefesi, insan karanlığının en sahte şeklidir.
Bir akrebin gözünde belleğimize yansıyan kendi korkumuz, çaresizliğimiz ve çürümüş tarafımızdır. Her karşılaşmamızda, ruhumuzun en derin yaralarını bir daha bir daha gün yüzüne çıkar. Onlar mahzenlerin ölümü çağıran fısıltısıyla yazılmış bestesidir. Bu bestenin satır aralarında hep ölüm, korku, çaresizlik ve yıkım bir aradadır. Ve bu beste fısıltıyla dolaşırken, derin bir korkuyla kendi hiçliğimize tanık oluruz. Çünkü akrebin gölgesine sırlarla işlenmiş asıl şey onların karanlığı değil; bizim, asla sona ermeyecek hırsımızdır.