Kara Ölümün Fısıltısı (4)
İnsan bakışının soluk mazisi, kainattaki bazı varlıkların karanlık doğuşuna aşinadır. Bunlardan bazıları uçarken, bazıları yürür, bazıları kuyrukluyken bazıları… İşte bu karanlık doğuşun örneklerinden bir de toprağın soğuk yüzeyinde sürünen yılandır. Sırf süründüğü için doğumuyla boyun eğdiğini düşündüğümüz bu hayvan, sanki bizi yanıltmaya and içmiştir. Bu mahluk, çatallı diliyle kara gecelere fısıldayıp insanın en neşeli ve savunmasız anında yakasından içeriye sinsice sızar. Tıpkı bir karga gibi huzurun peşine düşüp neşeyi kederle ezip sindirmeye çalışır. Onlar, yalnızca sinsi bir mahluk değildir; kederin en dayanılmaz yerinde çürüyen sevincin aydınlığı terk edip dönüştüğü kahırdır.
Yılanlar, yerle göğün arasındaki güzellik bağını zehirli fısıltılarıyla bir makas gibi kesmiştir. Onlar, toprağın yüzeyini süpürerek gezer, insanı neşeden koparıp zihinleri hain gözleriyle hipnotize ederler. Bu yaratık, av diye gözüne kestirdiğine öyle beklenmedik bir anda yaklaşır ki her felakettin hemen başında mutluluğun ışığını söndürürler. Gülmeyi iniltiye, huzuru asla sona ermeyecek dehşete çevirirler. Onların olduğu yerde hatta onların olduğu her yerde bayramlar ölür; geriye sadece ama sadece kalabalıkların sönük hatırası kalır.
Bu ve buna benzer yaratıkların bir de efsanavileştiği kötücül öyküleri vardır. Belki de en bilindikleri olan Medusa’dan başlamak gerekir. Medusa, bu kötücül kehanetlerin her canlıyı duygusuz bir buz yığınına çevirdiği saçları yılan olan kuvvetli bir imgedir. Eti kemikten ayrımadan tüm bedeni bir bütün halinde heykele çevirme kudretine sahip olduğu düşünülür. Sanki saçları yılanlardan değil de tüm çıplaklığıyla adeta insanın aklını zehirleyen evhamlarından vücut bulmuş bir simgedir Medusa. Gözlerinin tıpkı yılanlarda olduğu gibi her canlıyı hipnotize eden bir büyüsü vardır. Fakat farklı olarak hipnozdan sonra her canlı ruhu taş haline çevirir. Güzelliğiyle insanı şaşkınlığa uğratır, ama hemen sonrasında kandili sönen bir vahşet kalır geriye. Bir de doğunun mistik öykülerinden fırlayan Şahmeran vardır. Şahmeran’ın büyülü etkisinin hareket eden kıvrımlı saçlar değildir. Onun, büyüsü bilgiyle süslenmiş kara gül çiçekli bir yanılsamadır. Bilgisiyle ilk yaptığı şey etrafına güven vermektir. Ve bunu yaparken asla zorlanmaz. Verdiği güvenin altını yavaş yavaş oyup kimse anlamadan paramparça bir benlik bırakır geriye. Ve sonra dönüşü olmayan ebedi bir pişmanlık hissi beliriverir. Onların her ikisinin de varlığı yılanların varlığına bağlıdır. Onların her ikisi de yılanlardan vücut bulmuştur. Eğer insanın karanlık yüzü bunların doğuşunu yılanlarla sağladıysa o zaman onlar bilinci parçalayan, ruhu cansız bırakan kaos ta kendisi değil midir?
Çatal dil… Çatallı dil, insan, melankoliye boğulmuşken ya da kendi varlığından şüphe ederken dile gelir. Yılgınlığı ve çelişkiyi gerçeğin üstünü örtmek için ustaca kullanır. Hakikati yalanla; umudu karanlığın önlenemez yükselişi ile söndürür. Ha Medusa, ha Şahmeran ha da yılan, insanın zihnine gri bir sis gibi yayılmaya çalışır. Ve yayıldığı zihinleri zehirlemeden asla yolundan sapmaz.
Onlar, sanki toprağın değilde insanın iyiliğe, güzelliğe olan meylini kırmak için ruhun üzerinde sürünürler. Sürünürken yüreklere kustuğu zehir en derinlere saklanmış korkuları döker ortalığa. İşte tam da bu yüzden onlar, sadece yaşamı değil, aklın onarmaya çalıştığı her şeyi ama her şeyi kasvetli bir ortam haline getirmeye and içmiştir.
Tıp camiası sembol olarak yıllanları kullanmayı tercih etmiştir. Mitlerde ve masallarda yılanlar, bazen bir yol gösterici olarak öne çıkmıştır. Fakat bir öğretmen olarak gündeme gelen bu zavallı yaratığın karanlığın hüküm sürmesinden başka ne çabası ne de gayreti vardır. Keskin sivri dişlerinin içinden kustuğu zehir gözlerin fenerini söndürmek içindir. Onlar gün doğumunu yutarak tüketir. Rehberlik yaptığında, canlıları öyle tüketir ki, tatlı hülyalar bile karanlık bir belaya dönüşür. Attıkları her ısırık, vücutta kalan her diş izi ferahlığın içinden iğrenç bir korku uyanmasına neden olur.
Yılan, çağrısını yalnızca gecenin derin sessizliğinde yapmaz. Onun karanlık sesi, gündüzün aydınlığında bile yankılanır. Her mutlu an, onun gölgesini taşır; her kahkaha, zehrinin bıraktığı birer izdir. Yılanların sessiz varlığı, insanın en karanlık korkularını çağırır; bir kez duyulduğunda, o fısıltının yankısı asla silinmez.
Yılan, insanı kendi içsel karanlığına çeker. Zehri, yalnızca bedeni değil, ruhu da hapseder. Her sürünüş, insanın zihnindeki kırılgan duvarları sarsar; her fısıltı, karanlık bir yankıyla insanın ruhuna işler. O, sadece doğanın bir parçası değil; aynı zamanda insanın içine kazınmış bir lanettir.
Sonunda yılan, sadece bir hayvan olarak kalmaz; insanın içine yuva yapmış korkuların ve zehirli gerçeklerin bir temsiline dönüşür. Çatallı dili, hayatın özündeki çelişkileri haykırır; fısıltıları, insanın ruhunda yankılanan sessiz çığlıklardır. Zehri, neşeyi yok eden, mutluluğu kedere dönüştüren bir karanlık özdür. Yılan, insanın içindeki karanlığın suretidir; ve o suret, asla silinmeyecek bir gölge gibi hayatın üzerinde dolaşır.