Ölü Gelin

Ölü Gelin


Adı belirsiz vakitte

Karanlık, uçsuz bucaksız bir çöl gibi dimağımı çatlatırdı

Ayak uçlarımın derin izleriyle mesafeler uzaklaşırken 

Zihnimin gelgitleri arasına ansızın çakardı şimşekler 

Işık zerreleri iç içe geçerek ise bulanırdı

Endişeyle dolan gözlerim 

Bakışlarımın tedirgin boncukları arasında boşluğa dökülürdü

Kapı gıcırdamasını andıran aklım titrerken

Beynimde tuhaf sesler yalın ayak gezerdi

Ürkerdim

Ve sonra

Cesaretin pamuk ipliğine bağlı demir halkaları kopardı

Fırtına dinerken ecel bir adım daha yaklaşırdı

Sonsuz devrin boşluğunda bir o yana bir bu yana savrulurdum

Oysa demir halkaların birleşimi nefes aralığıydı

Var olmanın kıyıda kalmanın ince çizgisi

Ben ’…’ benzerdim

 

Siyah entarisiyle ölü bir gelin gibi

Akşam, yalnızlığa gömülü ruhumun en tenha sokağında yankılanır 

Her adımı bir çığlık gibi çökerdi üzerime 

Ürkerdim ve sarınıp battaniyeme sımsıkı bürünürdüm

Sabahı müjdelemeyen vakitsiz ötüş 

Yüreğimin kuytu köşelerine iz sürerken

Sararmış benziyle cin çehreleri yoklardı 

Sessiz kimliğimin ipince perdesini 

Onlar ki her akşam çarptıkça çarpardı zamanı

Ve ağır çok ağır eksilirdi 

Çağlar boyu süren gece

 

Cin, saat ve karanlık

Çarpışıp tekrar karşıma çıkınca 

İçim buz keserdi 

Tüm ağırlığıyla akrepler ezer geçerdi beni

Yelkovanlar kanla dolup kör testere gibi boyun keserken

Kaçıp giderdi aklımın kuşları 

Uçurum taşlarına

 

Güneş her battığında 

Gün döner yeniden karanlığın kollarına kalırdı 

Ve ben tekrar eden sonsuz döngünün içerisine 

Karanlıkta biraz daha kaybolurdum

 

Entarisiyle kara gelin gölgelerden sıyrılıp 

Derinliklerimin sahiline pusu kurar

Her pusu beni biraz daha ben olmaktan çıkarıp 

Zihnimin köşe taşlarını işgal ederdi

Ölür, gün doğunca dirilir tekrar ölürdüm

Haşyet duygusu yankılanırdı benliğimde

Siyah entarisi, adeta ölüm perdesi örterdi

Yaşamın kıyametine üflerdi 

 

Ve sonra sessizlik çökerdi

Kara deliklere doğru çekilirdim

Yalnızca ışık değil ben de sürüklenirdim

Dönüş yoktu artık sadece karanlık 

Köşe başlarına parçalarımı bırakırdı 

Şimdi yalnızca gece değil 

İçimdeki boşlukla ben gün ayınca da…

 

Akşam, yine gece ve karanlık

Tekrarını yaptığı devri yeniden başa sardı

Aklımın titrek kuşları her vuruşla ürperir

Kaçacak yer ararken

Tıkırtılar daha da büyür

Beni loş gölgelere boğardı

Derine, en derine doğru çekerdi beni

Esaretin dipsiz kuyularına zincirlenirdim

Yatağımda titreyerek yatarken

Ve duvardaki yelkovan akrep kovalarken

Vakit mezar taşına sefer eylerdi

Guguk kuşu on ikiyi bir kez daha vurduğunda

Akis, korkaklık olur aynalarda kaçardım.

 

Sabah aymazdan önce

Bir kez daha çatlardı ufuklar

Turuncu rengiyle portakal kara çarşafa bürünmüşken

Karabasanlar, hortlaklar yiğitlere meydan okurdu

Yağmur taneleri bir bir akarken çatı katından

Ölü gelinin Siyah entarisi

Soğuk bir el gibi beni dilsiz bırakıp kıyardı ruhuma

Belirsiz şekiller yoklardı beni

Güneş her battığında buz kesilir

O soğuk el battaniyemin altından gerisin geri dirilirdi

Kaçardım, ama hep yakalanırdım

Loş ışığın esmer dişlilerinde…

Kaçamaz, yakalanırdım

Gölgelere bulanmış bir kölenin bembeyaz dişlerinde

Gözbebeklerinde



Ürkerdim, Katran karası karaltılar kasvetle kalbimi kaplarken

 

Ürkerdin, Kasırgayla kanatlanıp kaygılar kavrayışlara kan katerken

 

Ürkerdik, Kabadayılar kapılarda kalıp kadim kabuslardan kaçarken 



Sonra

Siyah entarisini çıkarırdı ölü gelin

Apaydınlık çehresiyle bahar olup

‘…’ ışıtırdı her tarafı

Cesaret, incecik pamuk gibi gerilirdi

Demir halkalar bir araya geldiğinde

Bin yıldır uyuyan zaman uyanıp beni alnımdan öperdi

Karabasanlar, hortlaklar, en çok da cinler kaçar

Gün doğar, güneş açardı

 

Gölgeler çekip gitmeye yüz tutunca

Nurdan alev karanlığı yırtardı

İşte, ilk nefesin habercisi gibi

Her gün bitik hayatı 

Yüreğimde usulca büyütmeye başlardı 

Fakat asla kaçamazdım kendimden

Bir şeylerin değişeceği fikri kuşatırken etten bedenimi 

Katran karası karaltılar kasvetle kalpleri kaplayınca

Devrini tamamlayan son başa sarardı 

Zihnimin gelgitleri arasına bir daha

Bir daha çakardı şimşekler

Ve ben aynı karanlığın içerisinde 

Bir kez daha kaybolurdum 

Ürkerdim











  • İlişkili Olduğu Yazılar

    Sivri Ucun Ucundaki Zihin

    Sivri Ucun Ucundaki Zihin   Zihnim tüm bu olanlarla sanki bıçak sırtında, karmaşık duygularla yokluk sınırında bıçak – sınır / zihin – duygu ikisinden ikisinin de belleği kesişi aynı  …

    İki Halkalı Ayrı İki Dil

    İki Halkalı Ayrı İki Dil İçim buz kesiyor zamanın sınırlarında eriyen demir gibi iki halkalı iki dil o adamın yüreği, güle kondurulmuş şeffaf bir damla varlığın kristalleşmiş sessizliğinde onu gördüm …

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir