Nebra Diski ve Antik Bilgelik
İnsanlık tarihini incelediğimizde, gelen her yeni dönemin kendinden bir önceki dönemi aşağılayan bir ütopya yaratma arzusuna sahip olduğunu görürüz. Fakat bu mesnetsiz arzunun köklerine indiğimizde çoğu zaman müthiş bir kibirle karşılaşırız. Bugün “Uzay Çağı”nın sözüm ona teknolojik zirvesinde yaşayan insan, antik dönemlerin hatta kendinden bir önceki yüzyılın bile bilgeliklerini ve bilimsel birikimini bilinçli bir şekilde (tv, sosyal ağlar veya bilgiçler etkisiyle) reddediyor. Oysa tarih, bize şunu gösteriyor: Eski insanlar belki şimdiki dönemden daha az teknolojiye sahipti (tv, sosyal ağlar ya da uydular gibi -bu bilgi bile net değil-); ancak bu, onların ne daha az bilgiye ne de daha az zekaya sahip oldukları anlamına gelir.
Örneğin, “Nebra Diski” gibi çok eski zamanlara ait olan kalıntıları ele alalım. Yaklaşık 3.600 yıl öncesine işaret eden bu eser, antik insanların astronomideki bilgilerini gözler önüne sermiyor mu? Diske temsili olarak yerleştirilmiş gök cisimlerinin konumları, takvimsel döngüyü işaret eden dizilimleri ve gece – gündüz kavramının oluşum şekli gibi birçok önemli bilgi, bu diske işlenmiş durumda. Bilimsel birikim olarak baktığımızda, bugünün teknolojik aletleriyle ulaşabildiğimiz çözümlerin çoğu, antik bilginin çok öncesinde zaten mevcuttu. Ya da başka bir deyişle ‘Nebra Diski’ne benzer bir diski şu anki teknolojiyle yapamıyoruz.
Başka bir çarpıcı örnek ise, antik dönem insanının dünya ve evren anlayışıdır. Biz onların dünyanın düz olduğuna inandığını düşünüyoruz (Bilinçli olarak bu şekilde düşündürüldük). Halbuki arkeolojik veriler ve yazılı kanıtlar, çoğu antik toplumun dünyanın bir küre olduğunu bildiğini bize gösteriyor. Mesela, Antik Yunan felsefesinde, Pythagoras ve Eratosthenes gibi isimler dünyanın küre olduğunu bilimsel olarak ispatlamıştır. Muhtemeldir ki bu bilginin ispatı çok çok daha eskilere dayanıyordur. Eleştiri noktamı temel aldığı şey şu: Nasıl olurda gök cisimlerini düz değil de küresel şekilde tasvir edilirken, sadece dünyanın düz olduğu fikrine kapılacaklar. Neden – sonuç ilkesinden yola çıkarsak karşımıza şu çıkacak: Bütün gök cisimlerinin tasviri küre ise dünyanın da en azından küre olduğu bilgisi kesindir.
Bu noktada üzerinde durmamız gereken temel sorun, bugünün insanının kendisini bir ‘İlah’ gibi görme eğilimidir. Kedisine olan şaşmaz güveni ve olağanüstü kibri. Teknolojiyle topyekün yakın ilişkimiz, bizi birçok alanda öz eleştiriden uzaklaştırdı. Hepimiz hayatımızın en az bir noktasında teknolojiyle temas halinde olduğumuz için bu yanılgıya düşmüş olabilir miyiz? Ve fakat ancak günümüzde bile, antik dönemlerin bilgi birikimini ve zeka seviyesin anlamakta zorlandığımız şeyler mevcut. En bilineni piramitlerin inşa teknikleri ya da antik çağa ait şifrelenmiş astronomik bilgiler. Bütün bunlar, antik insanın zekâsına karşı daha fazla hayranlık duymamız ve onları saygıyla anmamız gerektiğini gösteriyor mu? Milenyum çağında; insan olarak boyca dağlara erişip, yeri yardık da benim haberim mi yok?
Özetle, tarih sadece bir ilerlemedir, ama anlatılandan ibaret değildir. Geçmişin birçok yönü, bugünün parıltılı teknolojisine meydan okuyacak kadar derin ve köklüdür. Antik insanların bilimsel ve düşünsel birikimlerini geri kalmışlık olarak değerlendirmek, hem bu bilgeliği inkâr etmek hem de kendi kibrimizi beslemekten başka bir şey değildir. Belki de bir adım geriye gidip, insanlığın gelişim şeklini anlamaya çalışmalıyız. Gökyüzü her zaman bir aynadır ve orada büyük kürelerin bilgeliğini görmek isteyen gözlerini açık tutsun.