Kalabalık Yalnızlık mı? Yabancılaşma mı?
Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi 2024 yılında Türkiye’de de “yılın kelimesi”ni seçmek için anketler düzenlendi. Anketler sonucunda Türkiye’de yılın kelimesi olarak seçilen “Kalabalık Yalnızlık,” ifadesi dünyanın evrilmiş olduğu ruh halini kısmen aktaran bir imge gibi. Söz konusu ankete bende katıldım. Kanaatimi “Yabancılaşma” sözcüğünden yana kullanmayı tercih ettim. Kelimenin ‘Merhamet,’ olamayacağı, kimsenin yılın kelimesi için bu sözcüğü seçmeyeceği çok açıktı. Çünkü, “Kalabalık Yalnızlık”ın seçimi, bireysel olarak daha içselleştirilmiş ve gelinen durumu daha net ortaya çıkarmış bir sonuç olacağı düşünülecekti. Ama ben yine de “Yabancılaşma”nın, ortaya çıkmış olan bu sonucun temel nedeni olduğu fikrindeyim. Her şeye hatta kendine bile ‘Yabancılaşma.’ ‘Algoritma’ ya da ‘Yozlaşma’ ise seçmek için sırası hiç gelmeyecek diğer sözcükler gibi öylece olduğu yerde kaldı.
Bugün insanlar bedenleriyle kalabalık yığınlar içinde bulunsalar bile, birbirlerini canı gönülden dinlemekten ve farkında olarak anlamaktan çok uzaklar. İnsanlar, kendi dertleriyle o kadar meşgul ki, bir diğerinin ne çilesi ne mutluluğu ne de düştüğü yıkım kimsenin umurunda olmuyor bile. Sanırım bu durum, hem bireysel hem de toplumsal çözülmenin esas kaynağını oluşturuyor. Yani insanın kendini içerisinde hissettiği yalnızlık duygusunun kökü, daha çok ‘yabancılaşma’ kavramında yatıyor gibi. Çünkü bu kavram, yalnızca diğer insanlarla olan bağın kopması demek değil; aynı zamanda kendi öz dünyasından da uzaklaştığını gösteriyordu.
Rehberinize durup bir göz atın. Acaba en son ne zaman bir arkadaşınızı ya da bir yakınınızı ortada hiçbir mücbir sebep yokken aradınız? Hiçbir amaç gütmeden sadece bir ihtiyacı var mı diye sorup, rahatlatıcı sesini duymak ya da ne durumda olduğunu öğrenmek hiç aklınıza geldi mi? Ya da uzun bir iletişim kopukluğundan sonra, arkadaşınızın, akrabanızın… sizinle ilgilenmemiş olması size ne hissettirdi? O’da benim gibi yılgın ve yorgun olabilir, diye hiç düşündünüz mü? Yoksa muhatabınıza kırılıp kendi yolunuza mı baktınız? Düşünün: Toplumsal olarak, muhatabımızı arama – sorma konusundaki anlışkanlığımız neredeyse sona erdi. Beklentimiz hep diğeri arasın yönünde gelişiyor. Bu olay öyle acayip gelişti ki en sonunda kısır döngüye bulanıp bir sarmal haline geldi. “O beni aramıyor, o zaman ben de onu aramam” mantığı, ilişkilerimizi köreltiyor. Halbuki bu tavrımız, bizim bağlarımızı daha da zayıflatan döngünün içerisinde boğuyor.
Bir diğer husus ise şu: İnsanlar birbirini tanımıyor, ama tanıyor gibi yapıyor. Bu da insanı yılın kelimesindeki yalnızlığa sürükleyen başka bir sebep. Yani burada yine bir yabancılaşma veya muhatabı tanıyamama söz konusu. İnternet üzerindeki global paylaşımlar, toplu etkinliklerdeki sahte kahkahalar ya da içselleştirilmemiş sohbetler bunların hepsi ve daha fazlası tam manasıyla bağlantı kuramadığımızı göstermiyor mu? Sözüm ona samimi ortamlar…. Online olarak bir seferde binlerce kişiyle iletişim halindeyken, kimin gerçek kimin sahte olduğunu nasıl anlayacağız? İşte, en temelinde insanın kendine yabancılaşma noktası, kendi olamaması. Tıpkı ben lisedeyken MSN üzerinden söylenen ‘Boğaziçi Tıp’ mezunuyum, bireysel gösterimi gibi. Bir yerden bunu hatırlayacağınıza eminim (Z kuşağı bunu bilmez, onlar için benim bilmediğim daha başka şeyler var).
Bu yabancılaşma, insanın insanla bağını koparıyor. Kendisiyle ilgisini kesiyor ve kendini anlayamamasına neden oluyor. Ve insan kendini ne kadar az anlamaya başlarsa, başkalarına asla karşılığı olmayacak bir o kadar anlam yüklemeye başlıyor. Halbuki kendine yabancı birinin başka birine ait kapıyı açması mümkün değil ki. Aynı zamanda kendi dünyasına yabancı olan, başkasının hikâyesinde bir yer de edinemez. Ancak, edindim, yanılgısına düşebilir. Böylece karşımıza birbirine kayıtsız, bencil, anlaşamayan, kendini merkeze alan “kalabalık yalnızlık” adı altında ezilmiş toplum çıkar. Bu durum ise seçilmiş olan kavramının ete kemiğe bürünmesinden başka bir anlam ifade etmeyecektir.
Her durumun bir çözümü varsa, bu döngüyü kırmak da mümkündür diyebiliriz. Aramadı, diye, öfke nöbetine tutulmak yerine arayıp hal hatır sormak, hiç sormayan bir yakınımızı arayıp derdine ortak olmak gibi ufacık görünen adımla devasa bir fark yaratılabilir. Gönül koymadan önce düşün ve kendine şunu sor: “Ben ne kadar ilgiliyim?”
Öyle umuyorum ki insan yabancılaştığı öz benliğine geri dönerse kalabalıklar içinde yalnızlık hissi de sona erecektir. Bu da muhataba dair gerçek bir muhabbet ve içten gelecek bir ilgi ile mümkündür ancak. Bireysel ve toplumsal sağlığımız için mutlu anların anahtarı burada saklıdır. Bu aynı zamanda yalnızlığın da panzehiridir. ‘Yabancılaşma,’ya engel olup ‘Kalabalık Yalnızlık,’ metaforu altında ezilmemenin belki de tek yolu küçümsenmeyecek bu detaylarda saklı.