ÖLÜMSÜZ
Hu… Hu… Hu… Dedi, durdu. Üç, beş, yedi kere hu!.. dedi, durdu. Hu… Hu… Hu… dedi ve devam etti bir ölümsüz…
Yaşlanıyorum, hızla. Ömrüm uzadıkça kısalıyor, büyüyorum. Oysaki bu hızlı gidişe ben dayanamıyorum; çünkü ne yapacağımı bilememekten korkuyorum ve bir hükme karşı nasıl davranacağımı kestirememekten. Ürküyorum. Herkese doğru, herkesten kaçıyorum. Kuytu bir orman siluetine sarılıp uyuyorum. Yaşlanıyorum. Ağaçları seviyorum. Kedileri. Köpeği. En çok kayayı oydukça oyan yeni filizlenmiş bir bitkiyi. Oysa ki yaşlanıyorum. Kısaldıkça kalan zamanım, ömrüm uzuyor. Yaşlanıyorum. Kargalar uğursuzluk için ötmezdi bir yaşam saati, şom ağızlı değildi bir baykuş gözlüklerini taktığı zaman. Kalem kelam ehli için, cümleleri ifade edebilen… En soluksuz heyecanım bu benim; yaşlanıyor ve korkuyor ve ürküyorum. Ölmekten değil, bir daha ben olamamaktan…
Tükenmez kalemlerimden bir kale oturtuveriyorum kâğıttan gökyüzüne, gökkuşağı açıyor. Ölüm geliyor aklıma, ölmekten korkuyorum. Hiç var olmamış gibi yaşamaktan. Korkuyorum. Endişeleniyorum. Bir daha tutunamayacağımdan, Oğuz’dan korkuyorum. Monolog diyaloglarından. En büyük payeyi kaçırmaktan, bir çocuktan, uçurtmadan, uçan kuştan, bir bahçeden ki en çok çorak bir araziden, dört büyük melekten, dört halifeden, dört harften…
On üçüncü kattan. On üçüncü katı seviyorum ve beş yüz yetmiş biri, pazartesi gününü, nisan ayını en çok güz mevsimini ve hazanı. Seviyorum. Korkuyorum. Yaşamaktan. Hakkını verememekten korkuyorum. Hak yemekten. Uyanmayı seviyorum ve uyumayı. Korkuyorum uyanamamaktan ve bir daha asla uyuyamamaktan ve uyumaktan ve uyanmaktan.
Seviyorum. Karmaşayı ve belirsizliği. İkili duyguları tek nefeste zıddıyla yaşamayı.
Seviyorum; ama korkuyorum. Korkuyorum işte, ama çok ama az. Ürküyorum. Bir ceylanı…
Avuçlarım arasında sıkmaktan bir güvercini, bir serçeyi. Aslanları seviyorum.
Zaman geçiyor yaşlanıyorum. Zaman aslanı da yaşlandırıyor ve fakat ancak en çok beni. Yaşlanıyorum, seviyorum, korkuyorum. Korkuyorum, korkuyorum, seviyorum, yaşlanıyorum. Yaşlanıyorum. Hızla. Çok hızlı. Varlık hiç olmadığı kadar güzel, yokluk olmadığı kadar… Tırsıyorum, utanıyorum, ürküyorum, vazgeçmek istemiyorum… Aklımı yitirmekten, şafak atmaktan, kalbimin ağzıma gelmesinden ve cüret etmekten, cesur olmaktan, atılganlıktan, üstüne gitmekten, yürekten, güvenmekten ve en çok yiğitlikten, hoşlanıyorum. Dörtnala koşanlardan, yüzerek uzaklaşanlardan, kaçıp gelenlerden, uçup gidenlerden çok ben yaşlanıyorum. Korkudan korkuyorum.
Cenneti arzuluyorum, Cehennemden kaçmıyorum. Sanki bu bir demir gibi bana şu sözü hatırlatır; ‘Demirden korksaydım…’ korkuyorum ama trene biniyorum. Vazgeçmiyorum binmekten. Ve belki de hiç trene binmekten. Geceyi çokça seviyorum, gölgemi, haramileri. Haram yiyenleri sevmiyorum. ‘Helal rızık keyfe kafidir’ diyor. Diyeni seviyorum. Ama aynı zamanda hiç sevmiyorum. Hiçi seviyorum.
Ve gündüz gözü düş görmeyi. Halisünasyonlarımı. Paranoyak hallerimi. Panik ataklarımı. Takıntılarımı. Kendimi beğenmiyorum. Ama kendime değer veriyorum. Tıpkı mitolojik bir kartal gibi, sen gibi, o gibi ben de eşsizim. Kendime değer veriyorum. İnsanlardan kaçıyorum. En çokta kendimden. Gittiğim her yere kendimi götürmekten sıkıldım. Artık kendimi bırakıp gidiyorum. Çünkü bir gün… Gerçekten yaşlanıyorum. Hakikat bu. Kaçtıkça, ölüme kaçıyorum. Ölüyorum…