Rahmetli Gülüyordu

  • Deneme
  • Ağustos 3, 2025
  • 0 Comments

Rahmetli Gülüyordu

Bir sabah derin uykundan gerinerek uyanırsın. Yatağından yavaşça kalkar mahmur gözlerle pencereden içeri sızan güneşe selam verip elini yüzünü yıkarsın. Sonra her zaman yaptığın gibi gidip çay suyunu koyarsın. Çay pişme telaşında usul usul kaynamak için beklerken telefonunu eline alıp ne var ne yok diye sosyal medyaya göz atarsın ve… Aaa, o da ne, gözüne ilk çarpan şey rahmetli oluşun. Tabii ki bundan senin haberin yok. “Başınız sağ olsun” mesajları, gözyaşı emojileri, siyah-beyaz fotoğrafların altında “İyi bir insandı” yazıları ekli olduğun sayfalarda ve gruplarda gırla akıp gidiyor… Mesajlardan birisi şöyledir, “Şaka gibi adamdı zaten.”. E, şakacıydım da ama bu kadarı biraz fazla değil mi, diye ilk şoktan sonra sorgulama aşamasına geçersin. Ve sonra aklına sağken kıymetim bilinmezdi bari ölü taklidi yapayım da iki fatiha okusunlar da göreyim fikri belirir.

Ölüm, insanoğlunun en ciddi meselesidir, ama yine de nedense mizahı en çok yapılan şeydir de. Hatta kimi ünlü insanlar öyle çok “ölmüş” oluyor ki, neredeyse her yıl bir kere vefat ediyorlar. Kimi hâlâ yaşadığına dair açıklama yaparken, kimi pes edip bu durumu avantaja çevirmeye çalışıyor. Örneğin “Öldüysem niye bu kadar vergi ödüyorum?” diye soruyor mesela. Haklı. Demek vergi daireleri ölüm haberlerine pek inanmıyor, onlara ölüm belgesi şart. Belgesiz ölü olmaz zaten… Ama borcuna sadık kalmayan dirilere hemen icra gönderiyorlar o ayrı.

Bizim gibi kapalı ve geleneklerine sıkı sıkıya bağlı toplumlarda ölüm ciddi bir meseledir. Ölmüşün yanında sessizlik en kutsal olgudur, başlar hüzünle öne eğilmelidir. Er kişi ya da kadın kişi niyetine “Bir Fatiha” denmelidir. Bir Fatiha… Ama gel gör ki, rahmet sadece ölüye değil, aynı zamanda hayatta kalana da gerek. Aslında en çok hayatta olana gerek de neyse. Biliriz ki ölmek tek seferlik bir iş… Yaşamak ise her gün azar azar, acı acı, kıvrana kıvrana ölmektir. Üstelik genel olarak toplumumuzda şakası kaldırılamayan bu kavram, en çok şakası yapılan şey haline gelmekten de kurtulamaz. Kimi zaman ağızdan ağıza dolaşıp gelen bir nasihat olarak çıkar karşımıza: “Ölüm var, ölüm!” Kimi zaman ise sinirli bir annenin ağzından dökülür: “Ölü gibi yatma, kalk!” Demek neymiş, maşallah biz ölüyü bile çalıştıracak bir milletmişiz.

Düşünsenize, o bahsi geçen kişi bu kez evinde değil de işe gitmek için bindiği otobüste, gözleri uykulu… Telefonuna gelen bir mesaj: “Taziye mesajınızı gördük, başımız sağ olsun.” Daha ne olduğunu anlamaya çalışırken bir bakıyor ki, ölen kişi kendisi. Hem de çoktan. E tabii ki paniğe kapılıyor, bir iki arama yapıyor, ama kimse açmıyor. Çünkü o öleli iki gün olmuş. O sırada dün onu görmüş bir tanıdık,  “Yahu adam ölmemiş ki, yaşıyor. Daha dün onunla çay içtik!” diye bir paylaşım yapıyor. Fakat nafile iş çoktan işten geçmiştir. Tam o esnada “Biz yine de dualarımızı eksik etmeyelim,” diyor biri. Öldüğünü inkâr edenin de samimiyetine güven olmaz bu devirde, değil mi? Yani seni gömmemiş olabiliriz ama bırak da taziyende iki kürek toprak sallayalım ve adam, der gibidirler.

Peki niye bu kadar kolay ölüyoruz? Belki de yaşarken yeterince görünür olmadığımızdandır. Eeee, o zaman her sene en az bir defa ölen çaycı Hüseyin peki? O da mı az görünür… İnsan bazen bir an olsun hatırlanmak ister. Kimi zaman bu, bir ölüm haberinin yalanlanmasıyla mümkün olur. Demek bu asılsız haberi insan kendi de planlayabilir. Bir bakmışsınız sela okunuyor. Filan oğlu/kızı filankes şu saatte vefat etti, taziyesi şurada. Allah rahmet eylesin. El-Fatiha. Ama ne acıdır ki bazıları için en büyük iltifat, “Ama daha yeni görmüştüm, nasıl ölür?” sözüdür.

Oysa asıl trajikomik olan şu: Bizler yaşayanlara rahmet dilemeyi unutuyoruz. Hep ölünce kıymetli oluyor insanlar. Kör ölür badem gözlü olur. Sanki yaşarken iyi olmak, hakiki olmak, güzel kalmak yetmiyor ya da istemiyor. İyi insanlar öldüğünde “Mekanı cennet olsun” denir. Peki yaşarken neredeydi o cennet? Etrafı yakıp yıkarken çıkardığı cehennem ne olacak? O kalp kırıklıkları, yalnızlıklar, yoksulluklar arasında kimse “rahmet olsun bu insana” dedi mi? Halbuki rahmeti en çok yaşayan hak eder. Çünkü yaşamak, bazen ölmekten daha çok cesaret ister.

Bir de meşhur “filan ünlü öldü” fırtınaları var. Her yıl bir Ahmet, bir Mehmet, bir Ayşe ölür sosyal medyada. Hatta öyle ki bazı ünlülerin yıllar içinde birkaç kez öldüğü bile görülmüştür. Dirildiklerinde açıklama yaparlar: “Hayattayım, iyiyim, teşekkürler.” Yani insanlar o kadar alışmış ki bu sahte ölüm haberine, gerçek yaşama dair bir açıklama şart oluyor. Bu kez belge değil canlı kanlı, etiyle kemiğiyle bir ispat lazım. “Yaşar Ha Yaşar Ha Yaşamaz.” Bu da başka bir absürtlük. Yaşadığını açıklamak zorunda kalan insanlar çağındayız. Tıpkı kafa kağıdını değiştireceğin zaman kendinin kendin olduğunu ispatlaman gerektiği gibi. Öyle ya, ya o sen, sen değilsen.

İşte tam bu yüzden, belki de hepimiz ölmeden önce en az bir kez kendimiz için taziye düzenlemeliyiz. “Sağken anma töreni.” Sevdiklerimiz bize güzel sözler etsin, bir çiçek göndersin, hakkını helal etsin, bir Fatiha okusun. En azından hayattayken bir kez olmuş olsun duyarız. Çünkü bazı güzel cümleler vardır, yalnızca ölen için saklanır. Oysa yaşarken duymaya en çok…

Sonuç olarak, ölüm ciddi bir mesele, evet. Ama hayatta kalmak, bazen daha ciddi. Ve mizah, bazen en karanlık yerlere sızarak insanı hayatta tutan tek dayanak oluyor. Bir tebessüm bazen bin dualık yer tutmaz mı? Hem tebessüm sadaka değil mi? Belki bu yüzden, rahmetlinin biri bir gün şöyle demişti: “Ben ölmedim ki, sadece biraz güldüm. Siz de deneyin, siz de gülün



Mustafa AYYÜREK

  • İlişkili Olduğu Yazılar

    • Deneme
    • Ağustos 7, 2025
    • 5 views
    Kendini Gerçekleştiren Kehanet

    Kendini Gerçekleştiren Kehanet   Bir sabah uyanırsın ve aynada yansıyan çehrene uzun uzun bakarsın. Sonra “ben,” dersin, “ben özelim.” “Ben en özelim.” Kim bilir belki o sabah biraz yorgun, biraz…

    • Deneme
    • Ağustos 2, 2025
    • 62 views
    Küle Dönmüş Bir Nesil

    Küle Dönmüş Bir Nesil (Gazze’ye – Umudu Kalmamış Her Yere)   Gecenin tenha bir saati, yüreğimin adı konulmamış endişe dolu odasında kandil, ölmeyi bekleyen bir kuş gibi titredi. Kan demiyorum…

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir