Şirazesi Bozuk Terazi

Şirazesi Bozuk Terazi

 

Köyün ortasında, viraneye dönmüş duvarlarıyla zamana direnen çok eski bir bakkal vardı. Tabelası solmuş olan bu bakkalı ilk gününden beri çalıştıran kişi Rafet Bey’di. Köylü öyle uzun senelerdir burda alışveriş yapıyordu ki artık buranın adı “Rafet Bey’in Bakkalı” olarak kalmıştı. Rafet Bey, babasının onun için açtığı bu köy bakkalında çocukluğunu, gençliğini ve şimdi de yaşlılığını karşılıyordu. Evet, Rafet Bey artık yaşlanmıştı ve tartısı da onun yaşlılığına hürmet edercesine boynunu büküp eğrilmişti. Ama kimse sorgulamazdı onu. Herkes onun terazisinin bu haline alışkındı; terazisinin bazen ağır, bazen hafif çekmesine kimse karşı koymaz ve asla itiraz etmezdi.

 

Bir sabah, köye şehirdeki işleri yolunda gitmediği için rahmetli Mehmet amcanın küçük kızı Ayşe Hanım ve küçük torunu Kerem taşınmıştı. Köylü Mehmet amcayı sevmediğinden kızının ve torununun köye taşımalarından pek haz etmemişlerdi. Yine de kimse içlerindeki bu hissi belli etmemişti. Ayşe hanımın taşınma işi bittikten sonra Keremi bakkala bir şeyler almaya gönderdi. Kıt kanaat geçindiklerinden ellerindeki para sayılıydı. Kerem, bakkaldan içeri girip hemencecik selam verdi. İçeriyi şöyle bir süzdükten sonra rafta önceden torbalanmış belirgin bir şekilde duran unu eline alarak sonra şekere doğru uzandı. Rafet Bey, birdenbire “dur bakalım,” dedi, Kerem’e. Sen karşıma ben istediklerini tastamam tartar sana veririm, diye de ekledi. Kerem, çok şaşırmıştı tastamam lafına. Neden, diye düşündü içinden. Sonra da bir insan tararken hata yapabilir mi, diye iç çekti. Unu ve şekeri eline alan dükkân sahibi ise sırasıyla malzemeleri teraziye koydu, tarttı ve yavaşça sardı. Kerem, gözlerini hiç ayırmadan teraziye bakıyordu.  Dikkatle ibreyi, terazinin ibaresini incelemişti. Sonra da Rafet Bey’in yüzüne bakmıştı. Bir tuhaflık sezmişti ama bu tuhaflığa bir türlü isim koyamıyordu. Aynı zamanda şaşkınlığından olsa gerek hiçbir şey diyemeden ücreti ödeyip eve doğru yola koyuldu.

 

Eve vardığı zaman Ayşe Hanım, Kerem’in yumuşak ellerinden öptü ve başını okşadı. Sonra oğlunun elindeki paketi usulca aldı ve çok şaşırdı. Kerem’in annesinin elleri teraziden farksızdı bir şeylerin ters gittiğini, bakkalın, Kerem’i kandırdığını hemen anlamıştı. Sonra yavaşça Kerem’e dönerek, “Bunlar yarım kilo değil ki oğlum,” dedi. Derin bir of çekip “olsun bu senin suçun değil…” dedi. O gün Ayşe Hanımın mutfağında ilk kez tartısı şaşmış şeker ve unla helva pişmişti. Bu aynı zamanda hayatlarında her şeyin ne da düzensizleştiğini ve hiç şaşmaması gereken terazinin ta nerelere kadar şaşmış şekilde sirayet ettiğini gösteriyordu. Yedikleri helvanın tadı hem kekremsi hem de buruktu.

 

Sonraki günlerde de Kerem dükkâna her uğradığında aynı şeyi tekrar, tekrar ve tekrar gördü: artık hayatlarındaki ölçü eksik, gramlar hatalıydı.

 

Kerem, bir akşam annesine dönüp mahçubiyetle sordu: “Anne,” dedi, “terazi neden herkese eşit değil?”

 

Annesi bir an durdu. Sonra gözlerini pencereye çevirdi: “Bazı teraziler sadece ağırlığı değil, insanı da tartar oğlum. Adalet, insanın kim ve ne olduğunu tartarak…”

 

Kerem, annesinin devam ettirmediği o sözü gece boyunca düşündü. Ve O eski şaşmaz teraziyi düşündü. Ve büyüyünce her şeyi adil tartacak, asla hile karıştırılamayacak yeni bir terazi yapmaya yemin etti.

  • İlişkili Olduğu Yazılar

    On Üç Dakikanın Laneti

    On Üç Dakikanın Laneti  Hu… Hu… Üç kere, beş kere, yedi kere hu! İçinden bir hüzün göğe doğru yükselen çatlak, keskin bir ses gibi yükseldi. Rüzgârla sallanan yaprakların, pencere deliğinden…

      Aptal Çoban ile Kötü Keçi

    Aptal Çoban ile Kötü Keçi   Uzaklarda bir yerlerde bulunan güzel ve yemyeşil bir köyde binlerce koyun varmış. Bu köydeki koyunların bir de çobanı varmış. Çoban, o kadar aptalmış ki…

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir