BAŞLARKEN
I
Kayıp çağlar, hâfızanın kırık aynasında
bir nehrin usul usul aktığı yerde yankılanırdı
zihin ucundan dökülen buğulu sözcükler bulunurdu orda
zaman çarkında un gibi öğütülen saniyeler
akrebin, bitimsiz kovaladığı yelkovan
ve coşku veren benzersiz ifadeler de
II
Sahifeler arasında gizlenmiş gamzelerdi işaretler
ya da rûhun haritasındaki birer mezar taşı…
her biri, okununca bir yazanın enkazıyla dirilirdi
taşmış kuyudan fışkıran ebedî bir sükût!
ve tik-tak’ların gölgesinde erirdi harfler
zaman değil, okuduğun seni tüketirdi
III
Şimdi her şey,
klavye tuşunun yorgun iziyle,
yüreğe işlemiş iki dilin çarpıştığı uçurumda belirir
birbirini yiyen demir halkalar gibi…
oysa kelimeler hep dirilecekti,
fakat o eski ciltleri yazanlar çoktan öldü,
ya da hiç var olmadılar!
IV
Hâlbuki her şey,
yine, yeniden,
bir berceste gibi tekerrür edecek…
ta ki ifadenin incelmiş tülü,
varlığın kırılgan sınırında
can kırığı gibi batınca kalbe!