Zihnin Sisli Koridorları ve Acı
İtiraf etmeliyim ki, şu sorular hiçbir zaman zihnimi terk etmeyecektir: Neden, her seferinde, aynı acının pençesine düşüyor ve ondan kurtulamıyoruz? Neden gittiğimiz her yere o tanıdık acıyı çağırıyoruz? Tekrar ve tekrar… Rahmetin bize sunduğu sayısız güzellik varken, neden kendimizi her seferinde aynı şeyi yaşarken buluyoruz? Ve neden hep o bilindik labirentin çıkmaz sokağında kayboluyoruz? Sorunun cevabı belleğimde net olmasa da irademizin zayıflığıyla alakası olduğunu pek sanmıyorum. Fakat yine de ruhumuzun o derin, karanlık ve bir o kadar da sırlarla dolu… Tabiatımızda bunun cevabını bulmak çok da kolay olmayacaktır.
Acının mutluluktan daha yoğun bir etkisi vardır. Neşe, bir kuşun ötüşü ya da bir çiçeğin kokusu gibidir. Tıpkı bir hakikat gibi bir anda belirir ve farkına varılmazsa hemen yok olur. Hafif, uçucu ve anlık… Hem de hiç var olmamışçasına. Oysa acı… Acı, ruhumuzun kasvet dolu topraklarına bir incir ağacı gibi kök salar. Öyle ki, onun kökleri zamanla aklımızın kaya gibi sağlam düşüncelerini bile karanlığa çevirir. Ve onun gölgesi, “güneş”in aydınlatıcı ışıklarıyla buluşmamızı daima engeller. Çocukken hissettiğimiz o ilk derin kırgınlık.. O ilk yalnızlık duygusu… Onlar yetişkinlikte kurduğumuz ilişkileri, olaylara verdiğimiz tepkileri, hatta sevinçlerimizi inşaa eder. O ilk acı… Bu, ruhumuzun diplerine açılan en birinci sisli koridordur. Biz, farkında olmadan gölgenin verdiği tüm emirleri bu koridorda yerine getiririz. Peki bu yazgı, bizim kaderimiz midir? Çoğu zaman etrafı hüzünle örülmüş dünyamızda başka bir seçenek yok gibi hissederiz.
Düşünüyorum da döngüyü kırmak neden bu denli güç? Sanırım bunun sebebi, alışkanlıklarımızdan kaynaklanan sahte güvenlik duygusudur. Yenilik, bilinmezlik demektir. Bilinmezlik, aynı acı yaşamaktan daha ürpertici gelir insana. Hatta bilinmeyen, insanın yüreğine daha fazla korku salar. Acıyı tekrarlarla yaşadığımız gibi hataları benzer şekilde tekrarlarız. Kısır döngüye dönüşen yanlışları yıllarca yapıp farklı bir sonuç ummanın neticesi… Fakat asıl mesele, sonucun değişmesini ummak değildir ki! Yeni bir sonuç arayışının getireceği sancılı belirsizlikten kaçıştır. Aşina olmadığımız şeye karşı duyulan korkudur. Bizler, zincirlerimizden kurtulmak istemiyoruz. Onların tanıdık ağırlığına güveniyoruz. Aynı acıyla kırk yıl çile çeksek bile tanıdık olmasını yabancı bir iyilik haline tercih ediyoruz. Tıpkı farklı gruplara duyduğumuz önyargılar gibidir tatmadığımız iyilik bir iyilik halidir. Yine de gözlerin en çok neye ya da hangi hakikate kapalı olduğu aşikardır.
Oysa “hayat”, sabah doğan “güneş” gibi, bize yeni bir başlangıç bahşeder. Evet, nefes alıp vermek bir tekrardır, ama her nefes yeni bir hayat taşımaz mı? Düşünsene, etrafı seyretmek için pencereden dışarı baktığını. Ama kirli olduğu için camı biraz daha iyi silmen gerektiğini. Sonra belki de perdeyi tamamen açarak daha önce hiç fark etmediğin ışığın usulca içeri sızmasına izin verdiğini. Işığın yani özgürlüğün. Aydınlığın. Berektin. Sevincin. İnancın. Hakkın. Hakikatin. Tam karşı sokakta seni bekleyen bambaşka bir hayatın varlığını hissediyorsun. Bu, cesaret ister. Sürekli tekrar ettiğini düşündüğün o acıdan kurtulmanın sevinci seni tam da orada bekliyordur. Kendi ruhunun karanlık dehlizlerinde, o ilk acının kaynağına inmek ve onunla yüzleşmek cesaretini gösterirsen işte o an her şey yeniden başlayacaktır.
Dünya, büyük acıların, savaşların kol gezdiği bir cehennemdir. Buna rağmen, içindeki küçük sıkıntı; annene, babana, kardeşine, eşine, arkadaşına olan kırgınlığın, sana dünyanın bütün kederinden daha ağır gelebilir. Bazıları bunu küçük görebilir. Ama bu bir çelişki değil, insan olmanın doğasında var olan bir hakikattir. Her birimizin acısı, kendi benliğinin evrenidir. O evrende yaşananları ancak dışarıdan bakanlar küçümser. Fakat şu da bir gerçek ki savaş, açıklık ve yıkımın boy gösterdiği yerlere kıyasla senin duygu durumun ne ifade eder ki? Filistinde ölen bir çocuğun, dili kesilmiş bir kürdün, toprağı işgal edilmiş bir uygurun, izzeti nefsi çiğnenmiş bir çeçen’in, kaynağı sömürülmüş bir afrikalının… Sence bunların hissettikleriyle senin kısır döngü zannettiğin acın… Bi düşün derim.
Eğer hâlâ aynı acıyı yaşıyorsak, bu bir uyarıdır. Geçmişe takılıp kaldığımızın haberidir. Ruhumuzun bir yerlerde tıkandığının işaretidir. Değişim, sadece dış eylemlerimizde değil ki! Değişim, içsel bakış açımızla başlar. Belki de affetmeyi öğrenmeliyiz. Belki kendimizi… Belki de başkalarını tanımamız gerekiyordur. Belki de sadece hakikate kucak açıp, o acıyla barış içinde yaşamayı kavramlıyız. Onun bizi anlatmasına izin vermeyi öğrenmeliyiz. Zira gerçek huzur, acının yokluğunda değil, onunla nasıl yaşayacağımızı öğrenmekte yatar. Ve bu öğreniş, belki de hayatımızın en anlamlı tekrarı olacaktır.