Demek Gavur İcadı
İslami hassasiyet…
Ne güzel bir kelime tamlaması değil mi? Bir yanıyla iman, bir yanıyla haysiyet içeren muazzam bir deyiş. Fakat hassasiyet dediğimiz şeyin en temelinde kalbi titretmesi ve aklı harekete geçirmesi gerekmez mi? Zikir, dua ve ibadetlerle bir kısmımızda evet, titreme var. Peki ya bunun yanında insanlığa faydayı ve iyiyi getirecek ve kalpleri İslam’a ısındıracak eylemler… O zaman o hassasiyet zamanla taş kesilmez mi? Bir fikri sadece korumakla yetinenler, farkına varmadan o fikrin mezar bekçileri olur. Tıpkı günümüzde olduğu gibi. Bir bakın etrafınıza inançlı kaç insan katma değer üretebiliyor.
Beri yandan sertlikle katışık kimi süslenmiş sözcükler huzursuzluk yaratacak şekilde yürekleri hakka karşı mühürlüyor, kaskatı kesilmesine neden oluyor. Yıllardır aynı terane… “Müslüman ülkelerde neden Noel kutlanıyor,” gibi içi doldurulmamış ifadeler amacından sapmış halde.
Konuşuruz, kızarırız, kızarız, kınarız. Sonra bir nefes alır, hep aynı kahve köşesinde çayımızı yudumlarız. Eleştiri bir refleks hâline gelmiş durumda. Bir formülü uygular gibi ezberden aktarılmaktadır. Fakat katma değer üretmek hâlâ utangaç bir misafir olarak evimize girmek için bekliyor. Kapıda dimdik durup bizi ateşlemek için çaba göstererek onu içeri buyur etmemizi de bekliyor. Biz eleştirirken, dünya kurgusal içerikli hikâyelerle çoktan fethedildi. Biz bu işin neresindeyiz diye durup düşünen yok. Sadece artık insanda tiksindirici bir his oluşturan sloganlar var. Sohbet halkalarıyla tembellik edip başkasının ettiği duaya amin demek var. Peki o amin dediğin dua gerçekten senin duan mı? Hiç sanmıyorum!
Noel, sadece bir dinî ritüel değildir artık… Bir duygu, bir atmosfer, bir masaldır. Kurgusal yönleriyle dışarıya açılmış fantastik bir evrenin adıdır… Hep eleştiriyorsun! Senin yücelttiğin kalplere incelik dokuyan öykün nerede peki? İster kabul edelim ister etmeyelim; Noel, Hollywood’un elinde insanın kalbine inen estetik bir forma dönüşmüştür. Evde Tek Başına filmini hatırlayın. Bir çocuğun yalnızlığı, bir ailenin yeniden buluşması… İzlerken kar yağdığında döktüğümüz kahkahalar… Bütün bunlar, alt metinde Noel’in sıcaklığını içimize işlemedi mi? Biz o filmi gülerek izleriz ama içimizde, farkında olmadan, yabancı bir duygunun tohumu çoktan filizlenmiştir.
Bu tohumun adı, anlatının kudretidir. Batı, kendi bayramını hayranlık uyandıran bir hikâyeye dönüştürdü… Peki ya biz ne yaptık? Biz, kendi bayramlarımızı bir bildirge haline getirdik. Hatta öyleki çığırtkanlık yapanlar bile artık bayramlarda kapı kapı dolaşmıyor. Aileden kimsenin bulunmadığı tatil yerinde birbirimize küsüz. Bayram konsepti eskisiyle halen aynı. Çocuklar şeker toplamak için kapıları çalmaz oldu. Şeker, tatlı, yemiş gibi şeyler ulaşılabilir olduğundan ve bu konsept değişmediğinden yavanlıkla bayramlara eski bayram değil der olduk. Onlar Noeli ince eleyip sık dokuyarak hissettirdi, biz kısır döngüde yuvarlanıp silikleşen neşe kaynağımızı ezdik. Bayramlarda sözüm ona boykotlarla acayip işlere giriştik. Onlar ise en seçkin, en hoş kelimelerle senfonisini dünyaya sundu… Biz en katı hükümlerle bize gelen insanları uzaklaştırdık. Bu yüzden bir çocuğun hafızasında Noel var, Ramazan yok! Ramazan var, bayram yok!
Müslüman dünyanın en büyük eksikliği, ne imanında ne de niyetindedir. Eksiklik, üsluptadır. Anlatımdadır. Anlatım şeklindedir. Sahiplenme yetersizliğindedir.
Unutma! İrşadın yerini estetik aldı. Bugün hakikatin en kudretli silahı ne minberdir, ne de aynı şeyleri benzer şekilde tekrar etmektir. Sohbet halkaları anlamını yitirmiştir. Bir dakikalık video, bir sahne, bir replik, kısa ama vurucu bir oyun yüzyıllık çabayı aşma kudretine sahiptir…
Eskiden insan kulaklarını açardı… Kalbi öyle fethedilirdi. Şimdi devir “göz” devridir. Gözü ıskalayan bir eylem ancak acıyla tuzlu avucunu yalar. Zihinlerin aralıksız işgal edildiği yeni dünyada eskiyi tekrar etmek hatadır. Bu bir güncelleme olarak anlaşılmalı devrin insanına en uygun şekilde hitap olarak algılanmalı. Bunu görmezden gelmek, zamanı inkâr etmektir. Zaman, Allah’ın bize bahşettiği en büyük imtihan alanıdır. Fakat biz, asırlardır aynı dilde, aynı cümlede, aynı usulde takılıp kalıyoruz.
“Gavur icadıdır” demek kolay.
Peki, o “gavur icadı”nın karşısına konacak ne ürettik?
Ne filmimiz var, ne romanımız, ne oyunumuz… Varsa da sığ, yavan, belleğin köşe taşlarına dokunmaktan aciz kalıyor… Ya da pazarlayamıyoruz. Hakikat eli sopalı şekilde ve keskin dilli sivrilikle öğretilmez. O gösterilir, yaşatılır, hissettirilir.
Bir Ramazan bayram sabahını düşünün. Heyecanlı uykusuz bir çocuk, ezan sesiyle uyanıyor. Mutfağın ışığında annesinin elleri, babasının sesi, taze pişmiş pidelerin kokusu… Baklava… Kadayıf… Yaprak sarma… Bu sahne, tek bir kelimeyle “iman”dan daha fazla şey anlatmaz mıydı? Ama biz bu sahneyi beyazperdeye taşıyamadık. Biz bu hissi hikâyeleştiremedik. Çünkü bize öğretilen, kutsalın sadece korunacağıydı; en iyi şekilde aktarılacağı değil.
Halbuki Kur’an’ hakikati “kıssa”larla anlatır. Görsel bir şölen vardır orada. Hikâye, en eski tebliğ biçimi değil midir? Hikâyeyi kaybettik.
Evde Tek Başına filmi, hâlâ rüyalarımıza girmiyir mu? O film hâlâ yalnızlığımıza dokunuyor mu? Bizimkiler dokunmuyor. Çünkü bizim mirasımız nasihat etmeye devam ediyor. Nasihatla bir duvar örüyor. Oysa hikâye, bir köprü. Onların uçan ren geyikleri ve kızakları varsa bizim de gökten indiğine inandığımız koçumuz var… Yoksa yok mu?
Müslüman dünyasının sorunu, inancında değil ki! Sorun ifade biçiminde modernliği yakalayamamasındadır. Modernlik, batı icadı değildir. Zamanı anlama biçimidir. Biz zamanı durdurmaya çalıştık, onlar içine girip ilerlediler.
Bir fikri yaşatmak istiyorsan, onu güzelleştirmek şart. Güzellik, hakikatin kan kardeşidir. Estetiği reddeden bir tebliğ, kendi sesini dâhi işitmez. Oysa biz hâlâ fetvalarla konuşmaya devam ediyoruz. Oysa bu çağ, görselle konuşuyor… Sesle. Işıkla. Kurguyla… Bir vaazdan çok, bir sahne insanı bambaşka bir şeye dönüştürüyor.
Noel’in başarısı buradadır. Kalbe dokunur, aklı susturur. His ayyuka çıkar gösterim şeklinde. Biz hâlâ anlamsız şekilde akılla ikna etmeye çalışıyoruz. Oturduğumuz her zeminde kelâmi mevzular açılıyor.
Günümüz insanına “Noel kutlamak haramdır” demek, bir duvarla konuşmak demektir. Oysa aynı insan, bir filmdeki sahneyle gözyaşı dökebilir. Demek ki mesele, hangi kelimeyi söylediğimiz değil, hangi dille nasıl söylediğimizdir.
Bu yüzden artık “gavur icadı”na kızmak yerine…. Bu çağın dilinde Allah’ı arıyorsak O’nu anlatmayı öğrenmeliyiz.
Bir gün, bir Ramazan filmi çekeriz…
Cemil Meriç’in dediği gibi: “Medeniyet, insanın kendini yeniden inşa etmesidir.” Bizim yeniden inşamız da hikâyeyle başlamalı. Çünkü insan hikâyeyle doğar, hikâyeyle yaşar, hikâyeyle ölür. Ve her hakikat, güzel bir hikâyenin içine gizlenir.






Kalemine sağlık. Tebrik ederim. Hakikatin aynasına dönüşmüş bir yazı. Anlaşılması ümidiyle…